
Çünkü bazen bir başın okşanması, bir ömrün yükünü hafifletmeye yeterdi “saçlarımı okşa abla.” Necip’in başındaki ağrı öyle şiddetliydi ki artık dayanamaz hale gelmişti. Üç gündür devam eden ve hayatını zehir eden bu ağrı ömründen ömür almıştı sanki. Açlıktan her yerinin tutulduğunu bilse de ağrının verdiği iştahsızlıkla hiçbir şey yiyemiyordu. Ara sıra sigara yakıyor ama sonunu getiremeden söndürüyordu. Üç gün olmuştu bu odadan çıkmayalı.
Perdeleri açmaya dahi cesareti yoktu. Yatakta iki büklüm oturuyor, başını sağa sola sallıyordu. Aynaya baktığında gözlerinin kuru bir ırmak gibi cansız, yüzünün de sapsarı olduğunu görebiliyordu. Tekrar sigara yakmak için masaya doğru yöneldiğinde ayakta duramayacak kadar halsiz olduğunu fark edip kendini olduğu yere bıraktı. Belki üç beş dakika oturmuştu dizlerinin üstünde ama ona saatler geçmiş gibi geliyordu.
Hababam Sınıfının Hafize Anası ve Seher Abla
Zaten geçmeyen zamandan o kadar usanmıştı ki duvarda ki saatin pillerini sökmüş, kol saatini de kaldırıp dolabına saklamıştı. Köşede ki camiden yükselen ezan seslerinden ve günün aydınlanıp kararmasından küçük tahminler yürütüyordu sadece. Pencereden sızmaya başlayan ışık sabahın habercisi olmalıydı. Yine bir geceyi odanın içinde dört dönerek geçirmişti.
Bir cesaret kalkıp perdeyi açmaya karar verdi. Ve ardından sigarasını yakıp camdan yurdun bahçesini izlemeye başladı.
Hababam Sınıfının Hafize Anası gibi yurdunda bir Seher Ablası vardı ve o her işe koşardı. Şimdi de elinde bir bahçe makası, bahçede ki güller ile uğraşıp duruyordu. Odadan çıkmadığı üç gün boyunca sadece Seher abla Necip’in odasına gelmiş, ama ne yaptı ne ettiyse Necip’i revire götürmeye ikna edememişti.
Seher Abla kırklı yaşlarda, orta boylu, kıvırcık saçları beline kadar inen, gözleri hep gülse de, o gülüşün arkasında nice sırlar saklayan bir kadındı. Yurdun hemen arkasında ki sokakta küçük bir evde tek başına yaşadığından kimi geceler evine gitmez, yurtta kalır, çocuklarla ilgilenirdi sabahlara kadar.
Saçlarımı Okşa Abla: 18. Yaş ve Yurda Veda
Necip’in yurtta ki son aylarıydı ve 18 yaşına gireceğinden yakın bir zamanda yurttan ayrılması gerekecekti. Sert mizacı ve asabi tavırları yüzünden yurtta ki diğer çocuklar pek yaklaşmazlardı ona. Hatta bu yüzden Necip çoğu vaktini odada geçirir, sadece akşam yemeklerinden sonra salona inerek tv izlerdi.
Derin düşünceler içinde bahçeyi izleyen Necip birden Seher ablayla göz göze geldi. Sanki suç işliyormuş gibi bir an utansa da Seher ablası tebessüm etmiş, elinde makasıyla beraber el sallamıştı. Perdeyi kapatıp tekrar yatağına gitti. Sanki başının her tarafına çivi çakılmış ve her yeri kanıyormuş gibi bir sızıyla acı çekerken ağlamaya başladığını fark etmedi bile ve fark etmemişti kapının ısrarla çaldığını.
Seher abla elinde iki fincanla kapıdan seslenip duruyor, ayağının ucuyla da ısrarla kapıyı çalmaya devam ediyordu. Anlamıştı ki Seher’in gitmeye niyeti yoktu. Gidip kapıyı açtı ve neden geldin der gibi sertçe bakıp masasına oturdu. Seher abla her zaman ki gibi bu sertliği umursamayarak Necip’in karşısına geçip oturmuştu.
Seher Ablanın Şefkati
– Sana ıhlamur getirdim Deli çocuk. Ağrına iyi gelir.
– Sabah sabah ne ıhlamuru abla, kahve yapaydın bari.
– Ablaya itiraz yok..
Necip sigara yakmak için elini pakete uzattığında hızlı davranan Seher sigarayı çekip aldı.
– Yok öyle aç karna, içip duruyorsun.
– Ya abla ver şunu.
– Vermiyorum deli çocuk…
Gün boyu Necip’in yanına gidip gelen Seher, her seferinde bir şeyler getiriyor, Necip istemese de bir an evvel yalnız kalmak için dediğini yapıyordu. Akşam olmak üzereyken ağrısının dindiğini fark etti. Kabul etmek istemese de Seher iyileştirmişti ağrılarını.
Ellerinin İzi Kalsın Üzerimde Yeter
Tam kırk gün geçti aradan. Kırk gün boyunca Necip ve Seher durmadan sohbet etmişlerdi. Vakit geçirmekte bunalan Necip, Seher’e işlerinde yardımcı oluyor ve her gece yurdun kamelyasında birlikte kahve içip sohbet ediyorlardı. Yurtta son gecesiydi artık. Bütün işlemleri bitmiş, eşyalarını toplamıştı. Sabah yurttan ayrılacaktı ama ne yapacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Birkaç kez Seher ona kendisiyle kalmasını teklif etmişti ama ömrü bu yurtta sığıntı gibi geçen Necip, asla başka birinin yanında sığıntı olmak istemiyordu artık. Seher ablasının elinden içtiği bu son kahveydi belki de. Gün ağarmak üzereydi.
Seher, son günlerde çok alıştığı Necip’in gidecek olmasına üzülüyordu. Gözlerinden akan yaş belli olmasın diye başını kaldırmadan konuşmaya devam ediyordu.
– Necip, bak ben ciddiyim, iş bulana kadar, bir düzen kurana kadar gel benimle kal.
– Yok ablam, sağ ol!
– Niye inat ediyorsun çocuk! Senin içinde bir şeyler yapmak istiyorum.
– Benim için bir şey yapma abla!
– Ama çocuk!
– Yap abla, benim için bir şey yap.
– Ne yapayım çocuk, söyle! Ne istersen.
Necip, bitmek üzere olan sigarasını kül tablasına iyice bastırdı. Dirseklerini masaya dayadı. Kimsesizliğin hıncıyla baktı Seher’in gözlerine ve masaya doğru biraz daha eğdi başını.