Senin Rumuzun Ne? Çağımız gençlerinin hiç bilmediği bir soru.. Sizlere sürekli dijital dünya ve sosyal medya aracılığı ile ulaşan birisi olarak, her fırsatta da sosyal medyanın ve dijital dünyanın sıkıntılarından bahsetmek biraz tuhaf gelebilir. Lakin ben gelişen teknolojiyi, dijitalleşmeyi eleştirmiyorum. Bilakis doğru kullanıldığında büyük bir nimet ve kolaylık olduğunun bilincindeyim. Benim sorunum bu imkanların doğru kullanılamıyor olmasıyla.

Z kuşağı o günleri hiç görmedi ama, Milenyum dediğimiz zamanlara girerken bu kadar nahoş görüntüler olmasa da insanlar gerçeklerden ve kendilerinden kaçacakları bir dünya olduğunu fark etmişlerdi. Kendinden kaçmak evet, kimlik çıkmazı, geçmişi ve gerçekleri görmezden gelme gibi basit gibi algılanan ama hiç te öyle olmayan birçok hastalığı beraberinde getirdi milenyum çağı.

Gerçeklerden Utanmak: Sosyal Medyada Kimlik Tahrifi

Coğrafya kaderdir ya da değildir, ama içinde bulunduğumuz Coğrafyanın da bize dair adetleri, töreleri ve inançları var. Kulağına ezan okunup ismi verilen bir toplumuz. Ve hepimizin kendine ait gerçekleri var. Fakir olmak da bir gerçek, ebeveynlerimizin meslek iş alanları da bir gerçek, memleketlerimizde. Fakat bu gerçeklerden kaçtığımız yer o sosyal medya işte. Ne de olsa seni kimse tanımıyor, sana boş bir liste veriliyor ve sen kimliğini istediğin gibi yazabiliyorsun oraya.

Rumuzun Altına Saklanan Hayatlar

Fabrikada çalışan emektar Ali amcanın kızı Zübeyde hem babasından hem isminden hem de memleketinden rahatsız olsa gerek. Çünkü adını İlayda yapıyor ya da “kardelen güzeli” gibi bir tamlama ile bambaşka bir isim buluyor kendine. Meslek seçmek de kolay yaşı değiştirmek de. Genç yaşta dul kalmış Hacer Teyzenin oğlu Ömer, annesinin onca zorluk içinde kendisini büyütmüş olmasına rağmen, ismi babasından kendisine bir yadigâr olmasına rağmen “Gece Kartalı” oluyor birden. Nasıl bir kahraman görmeniz lazım! Oysa esas kahraman baş ucunda, esas kahraman onu her zorluğa rağmen bir başına büyüten annesi.

Ama o annesinin resmini bile koymaktan ar ediyor. Öyle ya köylü kadını Hacer teyze, başında oyalı yemenisi, üstünde eski püskü kıyafetleri. Ömer nasıl paylaşsın ki bunları. Gurur duyması gereken yerde utanıyor annesinden. Sokakta köpek görse korkup kaçan velet “sokakların yargıcı” diye isim bulmuş kendisine, asıyor kesiyor, yıkıyor ortalığı. Şerefiyle öğretmenlik yapan babasını bir kurumda üst düzey yönetici diye tanıtıyor soranlara. İlim öğretmekten, öğretmenlikten daha yüce ne arıyorsun ki oysa. Yunus Emre değil miydi Taptuk’un kapısında kırk yıl hizmet veren. Hazreti Ali değil miydi bana bir harf öğretenin kırk yol kölesi olurum diyen.

Esas Kahramanlar Görmezden Geliniyor

Doğru anlarız ya da yanlış yaşarız ama bizim dinimiz değil midir “oku” emriyle başlayan. Neden ismini kullanmıyorsun dediğinde birde kalkıyor benim zavallı yiğitçiğim hiç utanmadan Köroğlu ’da kendi adını kullanmamış diyor. Rumuz, lakap ve mahlas kelimelerinin doğru anlaşılması gerekiyor oysa. Mahlas şair ya da ozanların kendilerine has ifade biçiminde adlarının beraberinde kullandıkları ek bir isimdir. Böylece hece şiiri yazarlar ve her şiirin son kıtasında mahlasları ile verirler mesajlarını. Lakabı insan kendisi seçmez mesela. Eşin dostun sana bir isim takar, tavrından ya da yaşanan bir hadiseden mütevellit olarak.

En tehlikeli kısım ise Rumuz kısmı işte. Çorap değiştirir gibi rumuz değiştirir oldu insanlar. Kimisi şarkı sözlerini seçiyor, kimisi saçma sapan tamlamalar kuruyor. Hatta kimisi asla olamayacağı karakterde bir isim buluyor kendine. Gerçeğinden, kimliğinden, hakikatlerinden utanıyor, kaçıyor. Nereye kadar ki! Belki bir hatır ya da bir vasiyetle mezar taşına yazılmasını isteyebilirsin kendine bulduğun rumuzun ama, hangisinin. Ne yaşarsan yaşa Zübeyde yazacak mezar taşında, Ömer yazacak. Herkesten sakladığın hakikati Mezarlıklar müdüründen saklayamayacaksın.

Senin Rumuzun Ne? Ölü Şair!

Gençlik yıllarımda yaşadığım elim bir hadiseden sonra “Ölü Şair” diye isim takmışlardı bana ama kısa bir süre sonra kendi isteğimle o ismin unutulmasını sağladım. Adım Mustafa! Hem bu memleketin, cumhuriyetin mimarı, o yüce komutanın adı, hem dinimizin rehberi olan peygamberimizin adı. Böylesi güzel bir ismim varken kalkıp da kendime “kalemlerin efendisi” demek ne kadar abesle iştigal. Sonra o kalem oturduğumuz yerde kalır falan! Neme lazım!

Kimliğini, hakikatini, geçmişini saklamanın adli ya da gerçekten ailevi bir gerekçesi varsa amenna. Yoksa korkaklıktan ve edepsizlikten başka da bir şey değil.

İsmiyle, gerçeğiyle yaşayanlara yürekten bir selam edelim.

Sahi senin rumuzun nedir? Söyle senin de korkularını ve eksiklerini bilelim.