Mardin, dünyanın en büyülü şehri. Gençlik zamanlarından beri gezmeyi çok severim, üniversite yıllarında bir anda sırt çantamı alarak yola çıkmışlığım çok olmuştu. Bu gezilerin bir tanesinde atlayıp Diyarbakır’a gitmiştim. Başka yazımda bahsedeceğim 2003 yılında kalan Diyarbakır anılarımdan, önceliği hala unutamadığım güzellikte olan Mardin’e vermek istedim. Diyarbakır’dan dolmuşa binerek gideceğimi söylemişlerdi. Son durağa gelince biraz yukarı yürü orada çay bahçesi göreceksin, bir çay iç çocuklar gelir gezdireyim mi diye sorar dediler.

Bir Yolculuk, Bir Çay Bahçesi ve İlk Temas

Sıcak bir havada limonatamı yudumlarken, küçük bir çocuk yanıma gelip şehri gezdirmeyi teklif etti. Bu teklifin ardından taş sokaklara adımımı attığım anda Mardin’in büyüsüne kapılmıştım bile. Yola çıktık ve dedikleri gibi o çay bahçesine giderken şehrin büyüsüne kapılmaya başlıyordum. Daracık taş evlerin sokaklarından geçerken o dönemin reyting rekoru kırmış dizinin çekildiği alandan, geçerken anlatıyor sahneleri teker teker, sonra evlerin dış bahçesine giriş kapılarından bir tanesini göstererek, kapının üstünde olan mavi taş işlemeyi gösterdi, o evden hacca giden olunca kapının üstüne asarlarmış evde hacı olduğunu belirtmek için. Bazı kapı üstlerinde varken bazılarında olmaması sonra dikkatimi çekti.

Mardin Taş Kapılarda Saklı Hikâyeler

Çocuk rehberim daracık sokaklarda beni gezdirirken, bir zamanlar reyting rekorları kıran dizinin çekildiği alanları göstererek sahneleri anlatıyordu. Sonra eski bir evin bahçe kapısına işaret etti. Kapının üst kısmında mavi taş bir işleme vardı. “Bu evden biri hacca gittiyse, döndüğünde kapının üstüne bu taş yerleştirilir,” dedi. Dikkatle bakınca bazı kapılarda bu taş vardı, fakat bazılarında bu taşlardan olmadığını fark ettim. Mardin’in her taşı, her detayı başka bir hikâye anlatıyordu.

Suyun Felsefesi: Hayatın Akışı

Yolculuk sırasında evlerin girişlerinde karşılaştığım su düzenekleri beni derinden etkiledi. İnce bir olukla başlayan, genişleyen ve yeniden incelen bu akış; doğumu, yaşamı ve ölümü simgeliyordu. Bu kadar sade ama derin anlamlı bir mimari detayı ilk kez orada gördüm. Hayatın geçiciliğini suyla anlatmak. Özellikle Mardinli ustaların zarafetine hayran kalmamak elde değil.

Bakırın Ritmi, Zanaat’in Müziği

Yukarı doğru çıkarken dar sokaklara yayılan ritmik çekiç sesleri eşliğinde Bakırcılar Çarşısı’na ulaştık. Ustaların ellerinde şekillenen bakır eşyalar hem göze hem kulağa hitap ediyor. Her tok ses, bir ezgiye dönüşüyor; zanaatin melodisi sokaklara yayılıyor. Her çekiç darbesinde hem emeği hem geçmişi duymak mümkün.

Manzaraya Açılan Medrese: Zamanın Durduğu An

Sonunda bir medreseye geldik. Sessizce üst kata çıktık ve aman Tanrım! Eski taş evlerin, cami minareleriyle kilise çan kulelerinin aynı karede yer aldığı o manzara hâlâ gözümün önünde. Rüzgarın hafif serinliğiyle birlikte Diyarbakır’a kadar uzanan yemyeşil ekin tarlalar. Gerçekten zamanın durduğu yerdi orası. Fakat oradan inerken hocanın çocuğuna “bir daha kimseyi getirme demedim mi!” diye çıkıştığını duymam canımı sıksa da, o manzarayı görmüş olmak her şeye değdi.

Taşın Hafızası: Bir İnanışın İzinde

Dönüş yolunda uğradığımız caminin yanındaki sade bir taş dikkatimi çekti. Yanımdaki çocuk, “Parmağını sürersen şeytan tırnağı bir daha çıkmaz,” dedi. Gülümsedim ama merakla dokundum. Aradan yirmi yıl geçti ama o gün bugündür şeytan tırnağım çıkmadı. Belki tesadüf, belki de bu toprakların zamanla harmanlanmış bir mucizesi.

Süryani Kilisesi ve Sessiz Dualar

Sonraki durağımız Süryani Kilisesi oldu. İçeride ibadet eden insanlara şahit olmak, farklı inançların bir arada, barış içinde yaşadığı bu toprakların ruhunu daha da derin hissettirdi. Bütün içtenliğimle dualarımı ettim ve dileklerimi diledim. Sessiz ama etkileyici bir andı.

Bir Portekizli Kadının Mardin Aşkı

Gezi bitince gittiğim restoranda bambaşka bir hikâyeyle karşılaştım. Portekizli bir tur rehberi kadın, Mardin’e âşık olmuş ve taş bir evi satın alarak restorana dönüştürmüş. Her odanın ayrı bir ismi vardı: Anadolu Odası, Mezopotamya Odası. Hele o avlu yok mu! Diyarbakır’a kadar uzanan başak tarlaları, rüzgâr estiğinde sanki yeşil bir deniz gibi dalgalanıyordu. Süryani yemeklerinin yanında ikram edilen Süryani üzümlerinden yapılmış Portekiz şarabı ise hayatımda tattığım en lezzetli şaraplardan biriydi. Kokusu, tadı ve damağımda bıraktığı iz hâlâ hafızamda taptaze duruyor.

Mardin: Mimari, İnanç ve Ruhun Şehri

UNESCO tarafından koruma altına alınan eski Mardin, sadece mimarisiyle değil ruhuyla da büyülüyor. Farklı inançların, kültürlerin ve dillerin bir arada, saygıyla yaşadığı nadir şehirlerden biri. Ayrıca taş sokaklarında yürürken sadece tarihe değil, insan ruhuna da dokunuyorsunuz. Mardin, her detayıyla insanın içine işliyor ve böylece bir kez göreni kendine bağlamayı başarıyor. Benim içinse, mutlaka yeniden gitmek istediğim ve ayrıca kalbimin bir köşesinde hep yer edecek bir yer olarak kaldı.