Gemiler batmıyor, uçaklar düşmüyor ama mahalle bakkalları bir ummanda çırpınan kelebekler gibi yok oluyor. Büyük balık küçük balığı yutuyor; düzen böyle işliyor. Dışarıda ise köfte ekmek hâlâ beş lira!

Camdan dışarıyı izleyen Tahir dalıp gitmişti. Oysa evrenin içinde yer ettiği o küçücük noktada büyük şeyler düşünürdü bazen. Hatta geçmişinde o evrene büyük hamlelerde yapmıştı. Ama o da umman içinde bir noktaydı sadece. Elinde kumanda kanal kanal dolaşırken sıkılmıştı. Sokakta oynayan çocukları izlerken de dalıp gitmişti öyle. Aslında haberler sadece dünyanın ne kadar karanlık olduğuna dair bir ispat belgeseli gibiydi. Katledilenler, tecavüze uğrayanlar, birbirini kandıranlar, hırsızlar, katiller ve parti amblemleri altında saltanat kurmuş yalancılar. Ne zaman aklına gelse, kendisi de bir cinayetin eseriydi aslında.

Gel abi gel… Köfte Ekmek Beş Lira

Neyse bunlarla kafa yormamak lazım şimdi. Son makalesini tamamlayıp bir an evvel gazeteye yollamalıydı. Gerçi sürekli veto yiyordu son günlerde siyasi yazdığı için. Oysa siyasi yazmıyordu ki. Sorunlardan bahsediyordu. Sıkıntılardan, yolunda gitmeyen işlerden ve işler yolunda gitmesin diye düzenbazlık yapan dalkavuklardan. Ama dalkavukların eli ayağı da her yere uzanmaktaydı tabi. Karman çorman hale gelmiş masasının üzerinde son notlarını ararken üzeri çay lekesiyle kirlenmiş ve kenarları yırtılmış bir mektup geçti eline.

“Lanet olsun, yakmış olmalıydım” diye düşündü ve kül tablasına atıp sigarasını değdirdi yakmak için. Kendini kandırıyordu her seferinde. Her seferinde yakmaya kalkışıyor sonra da üflüyor, eline alıyor, bağrına basıyor ve saklıyordu. Belki de Yusuf’tan kalan tek hatıraydı o mektup, nasıl yakabilirdi ki. Usulca açıp bir kez daha okudu, bir kez daha. Artık her satırını ezbere bilse de her gün okuyordu işte. Başlarım makalesine deyip doğruldu yerinden, gün batmak üzereydi. Çıkıp biraz dolaşsa iyi gelecekti sanki. Karnı açtı da hem. Çay, sigara, çay, sigara. Oysa iki gündür lokma geçmemişti boğazından. Kunduralarını giyip tespihini aldı eline. Ve yürüdü o her zaman köşesinde oturup, sanki o gelecekmiş gibi beklediği parkın oraya. Yine her zamanki kalabalık ve yine o boş yaygara.

Acıktığını hatırladı tekrar. O sese doğru yürümeye başladı yeniden. O ses ki anlamsız, o ses ki an’da karnını doyurup zamanda faydasız. “Gel abi gel köfte ekmek beş lira…”