
Kundura giyiyorsan ağlayamazsın, gözlerinden dökülen yaşları saymana da gerek yok, onlara bir isim vermene de. Şehrin en kalabalık caddesinde öyle sallana sallana yürürken bir mekandan damarına dokunan müzik sesi de gelir. Yok, illa görmesinler diyorsan eğilip ayakkabılarını bağla sende. Kundura giyiyorsan ağlayamazsın tabi.
Kaç saattir şehrin caddelerinde dolaştığının farkında olmadan yürüyen Tahir birden durmuştu müziği duyunca. Aslında bu türküyü ne zaman duysa içinde kimsesiz ruhlar savaşa dururdu sanki. Ve hatta ne zaman bu türkü kulağına gelse 18 yaşına döner ve ölümün öldürmeyen sancısını ensesinde hissederdi. Bu türkü işte… Binanın parmaklıklarına doğru usulca yaslanıp sesin geldiği yere doğru çevirdi başını. Gidip bir kahve içeyim diye geçirdi içinden. Ama meteliksizdi yine. Yine de cebinde birkaç demir parçası buldu. Hızla uzaklaşmak istedi oradan. Aslında kaçmak, kaçabildiği kadar uzaklara kaçmak, her zaman yaptığı gibi.
Kundura Giyiyorsan Ağlayamazsın, Ağlamayı Biliyorsan Eğer Ağladığını Görmesinler Deyip Saklanmazsın
On yaşlarında zayıf, esmer bir çocuk çıktı birden karşısına. “Boyayım mı abi?” dedi merhamet dilenircesine. Elinin içinde dolandırıp durduğu son iki lirasını uzatıp çocuğa, sil yeter dedi. Sil, lazım olacak biraz sonra. Türkü içine işliyordu durmadan. Elindeki kadife bezle iki ileri geri yapan çocuk parayı cebine atıp uzaklaşırken bakakaldı arkasından. Koşarak kaçmak bir yana dursun adım atamıyordu. Sanki vurulup düşmüştü. İçinde ağır bir sızı, gözlerinde bitip tükenmeyen bir ağrı. Artık gücü kalmamıştı. Ardından avazı çıktığı kadar bağırıp kapatın şunu demek istedi. İstedi istemesine de…
Birçok iş yeri kapanmıştı. Dükkanlar kepenk indirmişti. Yaslandığı o parmaklıkların önünde yerde sızıp kalmış gibiydi. Fakat nasıl geçmişti bu kadar saat? Başka zaman olsa beş dakika durdurmazdı zabıtalar. Lanet olsun, yine o türkü çalıyordu. Bağıra bağıra ağlamak geldi içinden, hatta içinden yumruklamak gelse de ruhunda ki kimsesiz azapları, yapamadı. Kalabalık halinde mekandan çıkanları gördü. Hemen ardından ağladığımı görmesinler diye saklanmak istedi. Eğilip ayakkabılarını bağlar gibi yapacaktı ama yine tozlanmıştı ayakkabıları. Yapamadı.
Bir elin dokun omzuna sanki. Nereden geldiği belli olmayan ve yüzü görünmeyen bir el. “Kalk” dedi, “kalk boş yere aldatma kendini.”
Kundura giyiyorsan ağlayamazsın!