Yazın yaklaşması ile birlikte insanlar tatil planları yapmaya başladı. Kimi deniz kenarındaki yazlığına, kimi otel rezervasyon yaptırmaya başladı. Bazıları ise tatilini doğa da geçirmeyi tercih eder. Doğa tatili denilince akla en çok kampçılık ve balıkçılık gelir. Kamp çantaları ve yürüyüş ekipmanları hazırlanır. Aynı zamanda balıkçılık merakı olanlar oltalarının bakımlarını yapmaya başlarlar.

Arkadaşlarımdan bir kısmı öyle balıkçıdır ki, yaz-kış, kar-güneş demeden sürekli balık tutmaya giderler. Bazıları için balıkçılık öyle bir tutkudur ki, anılarını dinlerken insan ister istemez onlar gibi olmayı istiyor. Hatta bu durum, sadece istemekten öte bir tutku gibi görünüyor. Aslında ne kadar derin bir bağlılık olduğunu anlayabilmek için, yaşadığım bir örneği paylaşmak isterim. Yeni evlendiğinde, her pazar günü balığa giden bir arkadaşım vardı. Eşi bu duruma tepki gösterdiğinde, ona şöyle söylemişti:
“Mezarından çok sevdiğim rahmetli babam kalkıp gelse, ‘Otur çay içelim, sohbet edelim’ dese, ona bir defa sarılırım. Sonra yine balığa giderim.”

Bu söz, belki de bu tutkunun ne kadar güçlü olduğunu anlatmaya yeter. Ama ben hâlâ tam olarak anlayamasam da, içten içe bu bağlılığa özeniyorum.

Balıkçılık ile Büyüyen Anılar

Bir çocuğun babasıyla geçirdiği en güzel anılardan biri balığa gitmektir. Filmlerde sıkça izler, kitaplarda okur, arkadaşlarımızdan da duyarız. Aslında benim de buna benzer bir anım var. Henüz küçük bir çocuktum. Aile dostlarımızla birlikte çıktığımız bir tatilde, küçük bir kayıkla açılmıştık. Misina attık, beklemeye başladık. Tabii o yaşta hiçbir şey bilmiyorum ama elimdeki misina sanki hep ağırmış gibi geliyordu. İçlerinden biri gerçekten ağırdı ya da bana öyle geliyordu. Misinayı büyüklerime verdim. Onlar da, “Evet, ağır gibi,” dediler. Heyecanla çekmeye başladım.

Denizin altı sadece on kulaç derinliğindeydi ama o anın heyecanı bambaşkaydı. Hele ki beş yaşındaki bir çocuk için zaman neredeyse duruyordu. “Acaba yakaladım mı?” diye düşünerek çektim misinayı. Ancak dakikalar değil, saatler geçmiş gibi hissediyordum. Derinliklere bakarak bir şey görebilir miyim diye uğraştım. Sonunda misinayı çektim ve meğer balığı göbeğinden yakalamışım. O yüzden bana ağır gelmiş.

Farklı yaşlarda birçok kez balık avlamaya çıktım. En son, çok bunalmış bir balıkçı arkadaşımla birlikte Ankara’da Eymir Gölü’ne gittik. Fakat hangi balığın nerede olduğunu bilmiyorduk. Zaten ben balıkçılığa iyice yabancıydım. Bizce güzel bir yer bulduk, yemleri taktık ve oltalarımızı gölün en derin yerlerine attık. Çaylarımızı yudumlarken sohbete daldık. Ne gelen oldu ne giden. Saatler geçti, hava serin, baharın ilk günleri. Elimizde köfte ekmekle geri dönerken eve vardığımızda, Ankara’nın göbeğinde Eymir Gölü’nde çipura yakalamış olsak bile buna kimse inanmazdı.

Benim gibi on yılda bir balık tutan birinin bile anlatacak bu kadar keyifli anısı varsa, balıkçılık tutkunu olanların kim bilir ne güzel anıları vardır. Şimdi ise yeni olta takımlarını alma, sandıkta bekleyen oltamı çıkarma ve oğluma yepyeni anılar kazandırma zamanı geldi.
Bekle bizi Eymir’in hamsileri!