Gecekondu mahallesinde geçti çocukluğumun bir kısmı. Çıkmaz bir sokağın en başındaydı evimiz. İki tekerlekli el arabalarıyla evlere tüp taşınan, gazoz kapaklarıyla sokak aralarında oynadığımız, biten sigara paketlerinin kağıtlarını para diye kabul edip ceplerimizi tomar tomar doldurduğumuz zamanlardı. İşte hesapsızca yaşamak tam olarak böyle bir duyguydu çocukluğumuzda. Örneğin sadece Hasan amcanın evinde telefon var diye mahallenin en zengini o kabul edilirdi. Düştüğümüzde dizimiz paralanır hatta kanardı ama devam ederdik oynamaya. Caminin bahçesinde ki şadırvandan kana kana su içer, gün batmadan dağılmazdık evlere. Hele yaz mevsimlerinde bütün mahalle sokaklarda olur, kapı önlerinde çay içilirdi. Patlak topun peşinde okulun bahçesinde saatlerce oynardık. Elbette bizim de bir gün sağlam topumuz olacaktı..!

Okulun önünde ki rampadan aşağı doğru tornete binerdik. Aslında binerdik dediğime de aldırmayın hani, sadece bir tornet olurdu ve hepimiz sıraya geçerdik. Ta ki tornetin sahibi omzunu silkeleyip de “ben gidiyorum” diyene kadar. Plastik borularımızla tüftüf (külah) savaşı yapardık.

İki arabanın yan yana geçemediği mahallemizde sokak aralarında uzun eşek oynardık. Aslında bir sokakta iki araba bile olmazdı ki, iki araba yan yana geçsin. Ancak Hamdi amca ne vakit traktörüyle sokaktan geçse peşinden koşar, römorkuna takılırdık. O her seferinde durur bizi kovalardı, biz her seferinde kaçar sonra tekrar gider arkasından asılırdık. Akşam vakti yaklaşınca evinin önüne çekerdi; sırf çocuklar üstünde oynasın diye. Ama çok güzel köşe kapmaca oynanırdı römorkun üzerinde.

Pamuk dede cebinde hep elmayla gezer, çakısını çıkarıp bölüp dağıtırdı bizlere. Ben sanırım hala öyle lezzetli elma yemedim, hatırlamıyorum. Diğer yandan harçlıklarımızı saklar, allı güllü geçsin diye dört gözle beklerdik. Azar azar da olsa paralarımızı birleştirip şişe kola almayı hesaplardık… Hele okul tam bir karmaşaydı. Aklımız fikrimiz okuldan kaçmaktı. Okula “aşı geldi” dedikleri zaman, arka bahçeden kaçmayı hesaplardık… Akşam ezanı okunduktan sonra kaç dakika daha sokakta kalacağımızı hesaplardık…

Hesapsızca Yaşamak: Geçmişe Hüzünle Bakmak!

Onca hesap içinde büyüyeceğimizi hesaplayamadık!

Ancak sırayla o mahalleden ayrılacağımızı hesaplayamadık, Ahmet’in bir trafik kazasında gözlerimizin önünde can vereceğini hesaplayamadık. Hele kahveci Rıza amcanın kahvesinin yıkılacağını, Satılmış bakkalın market olacağını da hesaplayamadık. Özellikle açık hava sinemamızın kapanacağını, yerine halı saha yapılacağını hiç hesaplayamadık. Tüpçülerin kapanacağını hesaplayamadık. Çıkmaz sokakların bozulacağını, gecekondu mahallemizin yıkılacağını, her yeri binaların saracağını hesaplayamadık. Kasetçalarların tarih olacağını, tornetin unutulacağını, sokaklarda oyun oynamanın yasak olacağını bile hesaplayamadık. Guşak muşak derken mahallemizin çınarlarının birbir aramızdan eksileceğini ve hepsinin birer mazi olacağını da hesaplayamadık!

Ama medenileşiyoruz, çağdaş oluyoruz derken, komşulukların, dostlukların biteceğini de hesaplayamadık. Mahalle arasındaki tellerden korkardık topumuz kaçtığında. Yerlerin altına döşenen tellerin hayatlarımızı koparacağını hesaplayamadık. Aslında hayat hızlandıkça insanlığın yavaşlayacağını hiç hesaplayamadık.

Çıkmaz bir sokakta, bir gecekondu mahallesinde huzurla geçen günlerin, özellikle apartmanlarda, sitelerin içinde istilaya uğrayacağını, hayatın zehir olacağını hesaplayamadık.

Hangi hayat tarzını seçersin diye sorsalar, o çıkmaz sokağa dönmek isterdim. O gecekondu mahallesinde kalmak isterdim. İlanlarda asansörlü binalar ararken, yükseldikçe alçalacağımızı hesaplayamadık.

Modern hayatın köleleri olduk işte hep beraber! Sosyal medyalara sıkıştık kaldık. Mutluluğun kaç sayfa, kaç satır, kaç hece olduğunu hesaplayamadık.

Hesapsızca yaşıyoruz ne güzel! Hesapsızca yaşıyoruz ne güzel!