
Akşamın Şentepe üzerine çöktüğü o anlarda evlerin bacasından çıkan dumanlar kaplamıştı her yeri. Bütün oyuncaklarının darma duman olduğu mahalle parkının kıyısında bir kaç genç bir araya toplanmış ortaya yaktıkları ateşin etrafında sohbet ediyorlardı. Aralık ayının en çetin soğuğu vardı Ankara’nın sırtında. Çelebi ve İdris her zamanki akşam voltalarını atmak için mahalle aralarında dolaşıyorlardı. Parkta ki gençleri görünce usulca sokuldular yanlarına. İsimleri Selim, Hakan ve Ozan olan bu üç genç yarın okulu asıp nereye gideceklerinin planı içindeydiler. Fakat İdris sert çıkışmak isteyince Çelebi onu susturmuş ve çoktan gençlere okulun ne kadar gereksiz, eğitimin manasız olduğunu anlatmaya başlamıştı. İdris şaşkınlık içinde olup bitene anlam vermeye çalışıyordu. Daha sonra Çelebi birden ateşi söndürmeye kalkıştı. Gençlerde anlamsız bir şekilde olup biteni izliyorlardı.
– Ya gençler, bu ateşi memleketin bağrına yakmak varken, gelmişsiniz Şentepe de bir parkın içine yakıyorsunuz. İşte, o kadar da güçsüz bir ateş ki birisi çıkıp geliyor ve söndürüveriyor.
– Abi memlekete ateş yaksak söndüremezler mi yani dedi alaylayarak Hakan.
Çelebi tebessüm edip Hakan’ın gözlerinin içine baktı. “Üçünüz birlik olsaydınız eğer bende bu ateşi söndüremezdim” dedi ve devam etti;
– Engel olmadınız çünkü manası olmayan bir ateş. Manası olmayan bir ateş için kavgada manasız olurdu.
– Abi niye kavga edelim, üşüdük geldik yaktık dedi yine Hakan. Kahveye gidecek paramız yoktu.
– Kalkın gidiyoruz, dedi Çelebi. Ardından toplanıp, mahallenin bir köşesine açtıkları kütüphaneye geldiler. İdris gizli mesajı almıştı, hemen ocağa çay suyu koydu. Yatsı ezanının okunduğu sıralarda başlayan sohbet neredeyse sabah ezanına kadar devam etmişti.
Ozan biraz daha alakasız gibi duruyordu. Fakat Selim ve Hakan öyle anlamlı sorular soruyorlardı ki bazen Çelebi de İdris de cevap vermekte zorlanıyorlardı. Sabah olduğunda hep birlikte karar almışlardı, memleketin bağrına ateşi yakacaklardı.
Artık günler sürekli böyle sohbetlerle geçiyordu. Böylece okulda ki en haylaz ve en tehlikeli gibi görünen iki öğrenci Hakan ve Selim okulun parlayan yıldızları olmuştu.
Yedi Sene Sonra Selim Öğretmen Olmuştu
Bir gün Çelebinin telefonu çalmaya başladı, arayan Selim’di. Heyecanlı bir şekilde, kelimeleri yuta yuta konuşuyordu.
– Abim! Ateşi yakmaya gidiyorum. Hakkari’ye gidiyorum. Parkta başı boş oturup ateş yakanlara Vatan sevdasını anlatmaya gidiyorum.
Çelebi gözleri yaşlı dinlemişti Selim’i. Hayatta ki en kıymet verdiği mesleklerdendi öğretmenlik. İşte şimdi Selim öğretmen olmuş görevine gidiyordu sevinç içinde.
Bir kaç sene sonra bir sabah namazı vakti…
Terörist grup kendisine yardım vermeyi kesen köye baskın yapmıştı. Köyde güvenliği sağlamaya çalışan bir tim asker vardı. O askerlerin yanında da onlarla beraber nöbet tutup, ekmeğini suyunu paylaşan bir öğretmen. Aslında her şey bu öğretmen köye tayin olup da gelince başlamıştı. Önce gençleri kazanmış, sonra ailelerine ulaşmıştı. Sonra da teröristlere yapılan yardımın ve boyun bükmenin önüne geçmişti.
Birden bire savaş alanına dönen okulun bahçesinde askerler her ne kadar okul bahçe duvarına mevzilenseler de teröristler hayli kalabalık gelmişlerdi.
Takviye kuvvet talebi anonslarına cevap gelmezken, köyü ters taraftan da ablukaya alan teröristler köylünün yardımcı olmasına da çoktan mani olmuşlardı. Böylece askerler okulun bahçesine sıkışıp kalmışlardı. Var gücüyle çatışan askerlere köylülerde evlerinden gözyaşları içinde dua edebiliyorlardı sadece. Yaralanan askerlerin yaralarını sarmaya, onları duvar diplerine çekmeye çalışan öğretmen, yağmur gibi yağan kurşunlara aldırmadan bir o yana bir bu yana koşmaya devam ediyordu.
Sonra bir kurşun isabet etti omzuna ve yere düştü öğretmen! Kalkıp koşmak istedi ama bir kurşun daha sırtına, düşmedi, dilinde kalan son şeydi Kelime-i Şehadet! Ve ardından döndü düşmana doğru ve bir kurşun daha kalbine….
Yara almasın diye korumaya çalıştığı askerin üzerine kapattı kendini. Şehit olurken bile asker yara almasın diyerek…. Ve Yar oldu toprağa…
Ramazan ayının serin geçtiği bir Ankara akşamında iftarını edip sigara için balkona çıkmıştı Çelebi. Çalan telefonun ucunda epey zamandır sesini duymadığı Ahmet amca vardı. Sesi boğuk ve ağlamaklı! Sonra kapattı telefonu gözyaşları içinde son cümlesini söyleyip!
-Çelebi Hocam! Selim memleketin bağrına da bizim bağrımıza da yaktı ateşi!
Yiğit Selim! Şehit Selim!
Yaktığın ateşe and olsun ki içimizdesin, sönmeyeceksin!