Tatil, benim için evden çıkmakla başlar; yolculuk, beni bekleyen yeni yerler, yeni keşifler. Yine bir tatil dönüşü, Burdur ve Antalya arasındaki kıvrımlı yollarda ilerlerken gözüm yol kenarındaki kahve rengi tabelaya takılıverdi. Yolun tozuyla silikleşmiş Tabela’da “Sagalassos” yazısını hayal meyal görür gibi oldum. Fakat bu tabela tozlu tabela beni bir başka dünyaya davet eder gibiydi. İçimden, dağların tepesinde su şehri Sagalassos’a yolculuk başlıyor dedim. Bu gizemli şehre gitmek için saat oldukça geç olmuştu. Ancak içimden bir ses arabayı tabelaya doğru yönlendirmemi söyledi. Belki birkaç yer gezip, ilginç bir şeyler görürüm diye acele ediyorum.

Antik Kentin İhtişamına İlk Adım

Sonunda ulaştım girişinden ihtişamını belli eden, bulutlara dokunan tepelere yukarıdan bakan ihtişamlı yapının girişindeydim. İtiraf etmem gerekirse, hiç beklemediğim güzellikte antik şehir ile karşılaştım. Bu harika şehre girmeden önce girişteki büfeye uğrayıp o bölgeye ait gazozların tadını çıkarmayı da ihmal etmedim. Daha sonrasında antik kente ilk adımlarımı atarken sanki gözlerimde bir perde kalktı ve beni o günlere götürdü.

Dağların Tepesinde Su Şehri Sagalassos: “Adeta zamanın durduğu bir yerdeyim”

Sagalassos’un Tarihsel Derinlikleri

Toprağa dönmüş kısmi yollardan tarihin içine girerken ilk durağım su depoları oldu. Ardından 9000 kişilik antik tiyatro “Odeon” ile karşılaştım. Tarihe şahitlik eden elma ağaçlarının arasında yürürken, su yollarının ve depolarının mükemmel yapısına hayran kalıyorum. Bu yapılar, o dönemin mühendislik harikalarından sadece birkaçıydı. Bu arada Sagalassos’un su yolları, ilk günkü sağlam kalmıştı. Ayrıca bu antik şehri bugüne kadar yaşatan unsurlardan sadece biriydi.

Dağların Tepesinde Su Şehri Sagalassos

Roma döneminin izleri ve mermer işçiliği ile dağların tepesinde su şehri Sagalassos

Sagalassos, M.Ö. 3. bin yılın sonlarında Batı ve Güney Anadolu’da yaşayan Luvi kabilelerinin bir kolu olan Pisidia halklarına aittir. Ayrıca bu antik şehir, Antik Yunan’ın Pisidya tarihinde başkentlik yapmıştır. Roma döneminde ise altın çağını yaşamıştır. Roma İmparatorluğu’nun önemli şehirlerinden biri olan Sagalassos, mermer işçiliğiyle ünlüdür. Şehir, mermerden yapılmış heykeller ve yapılar, Roma dönemi sanatının eşsiz örneklerini sunmaktadır. Bu muazzam yapıları gezmek, sanki Roma’nın ihtişamlı geçmişine tanıklık etmek gibiydi. Saray büyüklüğünde kent konağı avlusundan geçerken soğukluk salonu, havuzları ılıklık ve sıcaklık salonu dikkatimi çekmişti. Bugüne kadar bu denli iyi korunması karşısında hayranlığımı gizleyemediğimi itiraf etmeliyim.

Sagalassos’ta Bir Gezi: Tarih İç İçe

Buradaki hamamın alt kapısı, beni Aşağı Agora’ya götürüyor. Özellikle Agora çeşmesi, Apollo Klarios Tapınağı ve Hadrian Çeşmesi kalıntıları, buranın antik zenginliğini gözler önüne sermektedir. Yukarı Kent’te ise, Yukarı Agora etrafındaki pekçok anıt açığa çıkarılmıştır. Üstelik hala ilk günkü yerlerinde duruyorlar. Ayrıca burada suları çağlayan muhteşem Antoninler Çeşmesini bulunuyor. Meydana açılan iki anıtsal kemer dikkatimi çekiyor. Agoranın dört köşesinde yüksek onursal sütunlar bütün ihtişamı ile ziyaretçilerini selamlıyor. Özellikle belediye binası, kent konseyi binası, kilise ve dans eden kızlar kabartmaları ile tanınan Heroon görülebilir.

Dağların Tepesinde Su Şehri Sagalassos: Bir Gezginin Hafızasında İz Bırakan Şehir

Sagalassos’un yüksek dağlarının gölgesinde, tarih ile iç içe olmak, adeta ruhumu dinlendiriyor. Antik kentin derinliklerine indikçe, binlerce yıl önce bu topraklarda yaşamış insanların izlerini, kültürlerini hissetmek gerçekten huzur verici. Bu eşsiz yolculuk, bana tarihle iç içe olmanın ne kadar huzur verici olduğunu bir kez daha gösteriyor. Sagalassos, sadece bir gezi değil, aynı zamanda bir tarih yolculuğudur. Her adımda bir geçmişe dokunarak, bulutların üstünde yer alan bu su şehri, anılarımda uzun yıllar kalacak bir deneyim olarak yerini alıyor. İçimden, iyi ki o tozlu tabelayı görüp yolu takip etmişim diyorum.