Günümüzde bile Ankara Savaşı’nın perde arkası tarihçiler arasında önemli bir tartışma konusudur. Yıldırım Bayezid ile Timur arasında geçen ve 1402 yılında Osmanlı’nın ağır yenilgisiyle sonuçlanan bu savaş, sadece bir askerî çatışma değil, aynı zamanda siyasi stratejiler ve kişisel hırsların çarpışmasıdır. Bayezid’in esir düşmesiyle Osmanlı Devleti, uzun yıllar sürecek olan Fetret Devri’ne girmiştir. Peki, bu büyük çöküşün arkasında ne yatıyordu? Görünürdeki sebep Güneydoğu ve Orta Anadolu üzerindeki hâkimiyet mücadelesidir. Fakat olayların arka planında çok daha derin bir diplomatik kriz bulunmaktadır. Bu krizi şekillendiren en önemli unsurlardan biri ise iki taraf arasında yapılan mektuplaşmalardır.

Diplomasi Yerini Sert Üsluba Bırakıyor

Tarihi kaynakların çoğunun ittifakla aktardığına göre Yıldırım Bayezid ile Timur arasında sekiz adet mektup alışverişi yapılmıştır. Bu mektupların dördü Timur tarafından, dördü ise Yıldırım Bayezid tarafından kaleme alınmıştır. Mektuplar, yalnızca tarafların taleplerini değil, aynı zamanda birbirlerine yönelik siyasi bakış açılarını ve kişisel tutumlarını da açıkça yansıtmaktadır.

Timur’un gönderdiği ilk mektupta, Osmanlı topraklarına sığınan Kara Yusuf ile Bağdat Sultanı Ahmet Celayir’in teslim edilmesi talep edilmiştir. Timur, bu kişilerin aileleriyle birlikte etkisiz hale getirilmesini istemiştir. Fakat Yıldırım Bayezid bu talebe oldukça sert ve hakaret dolu bir dille karşılık vermiştir. Bayezid cevabında Timur’a, “Ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kafirsin,” diyerek ağır ifadeler kullanmıştır. Bu cevap Osmanlı sultanlarının hileyle hüküm sürmediğini vurgulamıştır. Ayrıca, “Bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla boş olsun,” sözleriyle Timur’u açıkça meydan okumaya davet etmiştir.

Ankara Savaşı’nın Perde Arkası: Yumuşama ve İkinci Aşama

Bu sert üslubun ardından taraflar, ikinci mektuplarında daha yumuşak ve ihtiyatlı bir dil kullanmıştır. Timur, gönderdiği mektupta “Eğer samimi selâmınızla beraber iyi ifadeler içeren mektubunuz gelirse, her iki taraf arasında yumuşama ve sevgi meydana gelir. Aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz,” ifadeleriyle diplomatik bir çözüm arayışında olduğunu göstermiştir. Ancak Bayezid’in cevabı yine keskin olmuştur: “Mektuplarınızda sertlik ve kibirden başka bir şey yok. Âl-i Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir.”

Üçüncü Mektuplaşma: Ortak Zemin Arayışı

Üçüncü mektuplaşma, daha çok iki tarafın İslam dünyasında kendi meşruiyetlerini koruma çabası şeklinde gelişmiştir. Timur, her iki tarafın da kâfirlerle savaştığını, bu ortak yönün barışı mümkün kılabileceğini belirtmiştir. Ancak Yıldırım Bayezid, bu önerilere sıcak bakmamış, Kara Yusuf ve Ahmet Celayir meselesinde geri adım atmayacağını net şekilde bildirmiştir. Üstelik Timur’un Sivas ve çevresinden elini çekmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ve Osmanlı’nın askeri gücüne dikkat çekmiştir. “Biz arzu etsek Mısır’ı fethetmeye her zaman kadiriz.”

Son Mektuplar ve Savaşın Gölgesi

Taraflar arasındaki son mektuplaşmalarda savaşın kaçınılmaz olduğu anlaşılmaktadır. Timur, artık açıkça Osmanlı şehirleri üzerindeki taleplerini sıralamıştır. Ayrıca “Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemâh bize bırakılmalı” diyerek şartlarını kesin bir dille iletmiştir. Bayezid ise bu talepler karşısında daha ihtiyatlı bir cevap vermiştir. Böylece sulhe açık bir tavır göstermeye çalışmış, ancak bunun bir zayıflık değil, siyasi olgunluk olarak değerlendirilmesini istemiştir. “Eğer bir kimse fitneye sebep olursa, Allah Teâlâ onun cezasını versin.”

Ankara Savaşı’nın Perde Arkasında Yaşananlar Sonucu Savaşın ve Esaretin Eşiği

Bu mektuplaşmalar, sadece taraflar arasındaki diplomatik ilişkileri değildir. Aynı zamanda kişisel gururların ve siyasi hesapların savaşı nasıl şekillendirdiğini de ortaya koymaktadır. Bazı kaynaklara göre Timur, Yıldırım Bayezid’in oğullarından birini rehin istemiştir. Bu talep, gerilimi daha da tırmandırmış ve nihayetinde 1402 yılında Ankara Savaşı’nın patlak vermesiyle neticelenmiştir. Savaş Timur’un zaferiyle sonuçlanmış, Osmanlı padişahı esir düşmüştür. Böylece Osmanlı Devleti derin bir siyasi buhrana sürüklenmiştir.